İbn Haldun Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sefa Bulut, yaz tatilinde çocukların akıllı telefon ve sosyal medya kullanımlarının büyük ölçüde arttığını söyledi.
Bu durumun çocukların uyku ve biyolojik alışkanlıklarında değişikliklere yol açabileceğini belirten Bulut, tatilde çocukların vakitlerinin aileleri tarafından programlarla ve aktivitelerle yapılandırılması gerektiği ifade etti.
Prof. Dr. Bulut, yaşı uygun olan çocukların tatilde bir iş yerinde çalışma deneyimi yaşayabileceğini, bu durumun hem iş dünyasını tanıyarak kariyerlerine yön vermeleri hem de sosyal ilişkileri geliştirmek ve zamanı verimli kullanmak açısından önemli olduğunu dile getirdi.
Sınırsız telefon, tablet ve bilgisayar kullanımının bağımlılığa yol açtığına dikkati çeken Bulut, dijital bağımlılığın yetenek gelişimini ve sosyalleşmeyi kısıtladığını, bu bağımlılığın dengesiz beslenme, duyma ve görme yetisinin azalması gibi birçok fiziki ve psikolojik sağlık sorununu beraberinde getirdiğini kaydetti.
Çocukların en fazla vakit geçirdiği sosyal medya platformları olan Instagram ve TikTok'taki dezenformasyonlara karşı uyarılarda bulunan Bulut, şöyle devam etti:
"Orada beden ve yüz imajını zedeleyen çok fazla görüntü var. İçerik üreticileri arasında aşırı makyaj yapan insanlar, farklı farklı makyaj türleri, saç ve dövme stilleri var. Çocuklar bunları görüyor ve denemek istiyorlar. Birkaç kişi yapınca herkesin yapması gerekiyormuş gibi hissediyorlar. Aslında çocukların hemen hepsi çok güzel ama internetten gördükleri, rol model aldıkları o fenomenleri, ilginç insanları taklit etmek istiyorlar. Bu şekilde çocukların yüz, vücut, beden ve güzellik algıları değişiyor. Tabii bunun çok büyük bir ekonomik pazarı var. Çocuklara, özellikle genç kızlara, öğrencilere bu kozmetik ürünlerini pazarlamak istiyorlar. Makyaj malzemeleri, parfüm malzemeleri, çeşit çeşit kullanılan malzemeler var. Kapitalist sistemle pazarlanan bu ürünler hem çocuklara hem de alım gücü bulunmayan ailelere zarar veriyor."
Prof. Dr. Bulut, sosyal medya fenomenleri aracılığıyla pazarlanan ürünleri satın alanlar ile alamayanlar arasında dolaylı olarak "marka ve akran zorbalığı" yaşandığını, sosyal medyada etkileşim alabilmek için yapılan absürt paylaşımların ahlaki ve kültürel değerleri de zedelediğini belirtti.
Sosyal medyanın bilgiye ulaşmak, kültürel etkinliklere katılmak ya da merak edilen konularda okuma yapmak için kullanılmasını tavsiye eden Bulut, "Sosyal medyada tıbbi bilgi, entelektüel bilgi, okul bilgisi gibi bilgiler elde edebiliriz. Bu, sosyal medyanın amacına daha çok uyan bir kullanım tarzı. Ne yazık ki yetişkinler de dahil olmak üzere bu platformları bu amaçla kullanan insanların sayısı yüzde 5'i geçmiyor. Çoğunlukla eğlence ağırlıklı kullanılıyor." değerlendirmesinde bulundu.
Çocuklarda okul başarısını etkileyen dijital bağımlılığın kuşak içi gelişimi de engellediğini belirten Bulut, çoğu çocuğun dijital mecralarda fazla vakit geçirmeyi normal gördüğünü ve tehlikenin farkında olmadığını söyledi.
Bulut, sosyal medya içeriklerinin empati ve hissetmek gibi belirli duyguları azalttığını, duyguları yıpranan insanların da linç kültürü halkasına dahil olduğunu ifade etti.
Gerçeklikten kopuk ortamda kişileri ötekileştirenlerin linç kültürüne sarıldığını kaydeden Bulut, "Farklı olan insanları ötelemeye çalışıyorlar, kendilerini daha önemli daha üstün görmek istiyorlar. Karşıdaki insanı direkt tanımıyorsun, onun için üzülmüyorsun, empati kurmuyorsun. İstediğin gibi oturup istediğin şeyleri yazabilirsin. Yüz yüze görmediğin için herhangi bir sorumluluk hissetmiyorsun. Bu da toplumsal bazı riskleri içinde barındırıyor." diye konuştu.
Gelişmişlik endeksi yüksek ülkelerde ekran kullanım oranlarının diğer ülkelere göre daha az olduğunu dile getiren Bulut, "Finlandiya'da, Norveç'te, İsveç'te ekran kullanımı çok sınırlı, yani çocuklara telefon almıyorlar, kullandırmıyorlar veya çok çok özel filtre programları kullanılıyor, bunlar iyi şekilde denetleniyor. Ekran süreleri bu ülkelerde az ve bu ülkelerde akademik ve ekonomik başarının yüksek olduğu görülüyor. Bunu çok düzenli, çok kontrollü bir şekilde yapmamız gerekiyor." dedi.
Prof. Dr. Bulut, siyasetçiden bürokrata, öğretmenden öğrenciye, veliden kurumlara kadar herkesin bu konuda sorumluluk alması gerektiğini, özellikle genç nesiller için kayıp giden yılların telafisinin mümkün olmadığını sözlerine ekledi.
İbn Haldun Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Araştırma ve Uygulama Merkezi (REDAM) Koordinatörü Klinik Psikolog Mehmet Büyükçorak da dijitalleşme ivmesiyle sosyal medyanın neredeyse insan yaşamının tüm katmanlarına nüfuz ettiğini söyledi.
Büyükçorak, başlangıçta bilgiye erişimi kolaylaştırmak, sosyal bağları güçlendirmek ve ifade özgürlüğünü artırmak iddiasıyla insan hayatına giren sosyal medya platformlarının zamanla bireyin psikolojik bütünlüğünü, kişilerarası ilişkilerini, değer sistemlerini ve toplumsal tutumlarını dönüştüren çok katmanlı bir yapıya evrildiğini, bu dönüşümün salt alışkanlık olmanın ötesine geçerek bağımlılık düzeyine ulaştığını dile getirdi.
Sosyal medya bağımlılığının davranışsal bağımlılıklar kategorisinin altında yer alan bağımlılık türlerinden olduğunu aktaran Büyükçorak, "Davranışsal bağımlılıklar ile kimyasal (uyuşturucu, alkol, tütün vb.) bağımlılıkların çalışma prensibi ve beyinde oluşturduğu tahribatlar bakımından hiçbir fark yoktur. Hatta davranışsal bağımlılıklar masum görülebildiği için daha sinsi ilerleyerek daha tehlikeli bir hal alabilmektedir." ifadesini kullandı.
Sosyal medyada "beğeni", "paylaşım" ve "yorum" gibi etkileşim biçimlerinin, kişide öz saygı düzeyini dışsal onaylara bağımlı hale getirerek içsel değerlendirme sistemini zayıflattığını aktaran Büyükçorak, bu durumun belli bir eşikten sonra dikkat eksikliği, tükenmişlik sendromu, anksiyete bozuklukları, depresif belirtiler, uyku sorunları ve kronik yalnızlık gibi ruhsal sorunların oluşmasına zemin hazırladığını söyledi.
Büyükçorak, şunları kaydetti:
"Romantik ilişkilerde kıskançlık, karşılıklı mahremiyetin ihlali, sürekli görünür olma zorunluluğu ve ilişki doyumunun düşüşe geçmesi gibi olgular, çiftler arasında güven kaybına ve duygusal yabancılaşmaya neden olmaktadır. Çocuk ve ebeveyn ilişkilerinde ise hem ebeveynlerin hem de çocukların ekran temelli dikkati, birlikte geçirilen zamanın kalite-derinlik ve anlamını düşürmekte, duygusal senkronizasyonu zayıflatmakta ve çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarının göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Psikolojik bağlanma konusunun en önemli isimlerinden (John) Bowlby'nin bağlanma kuramı perspektifinden bakıldığında, sosyal medya ortamları güvensiz bağlanma örüntülerini pekiştiren bir yapıya sahiptir. Birey kendisini duygusal olarak regüle etmek yerine ekran aracılığıyla sürekli yeni uyarıcılar aramakta, ilişkisel ihtiyaçları yüzeysel uyaranlarla ikame etmektedir. Bu da ilişkilerin hem süresini hem de derinliğini azaltmaktadır. Sosyal medyada arkadaş sayısı nicelik olarak artarken ilişkisel deneyimin niteliği aynı oranda azalmaya başlamaktadır."
Dijital platformlarda algoritmaların bireylerin karşısına çıkardığı içeriklerle tercihleri, beğenileri ve değer yargılarını şekillendirmede giderek daha baskın hale geldiğini, insanların özgün deneyimleriyle değil, sunulan ve yönlendirilen içeriklerle karar alır hale geldiğini anlatan Büyükçorak, "Çözüm sadece bireysel sınırlandırmalarla değil, aynı zamanda kültürel, kurumsal ve politik düzlemde sağlıklı dijital yaşam politikalarının inşasıyla mümkündür. Psikolojik dayanıklılık, dijital okuryazarlık, öz farkındalık ve dijital minimalizm gibi kavramlar bu dönüşümün yapıtaşları olabilir." ifadelerini kullandı.