Kaldırımların varlığı yaya güvenliği açısından elzem olsa da ne yazık ki günümüzde Türkiye’sinde yayalar nereden ve nasıl yürüyeceklerini şaşırmış durumdadırlar.
Kaldırımlar, o şehre ve şehrin sakinlerine verilen değerin bir ölçütü olduğu gibi, kaldırım yükseklikleri de ülkelerin gelişmişliğini gözler önüne seren bir gösterge olarak kabul edilir. Ancak bir süredir kaldırımları yüksek yapmanın da caydırıcı olmadığı görülmektedir. Zira memlekette yıllardan beri moda olan jip ve kaptıkaçtılar yüksekliğe aldırmadan tam gaz tırmanıp fütursuzca kaldırımlara park eder hale geldiler. Hele de gece kulüpleri ve gazinoların etrafı valeler tarafından tamamen istilâ edildi. Hiçbir engel tanımadan araç park etmede mahir bu arkadaşlar lüks jiplerle bu kaldırımlara acımasızca hamle yapıp çıkmaya, altı yere yakın spor arabalarını bile kaldırıma park etmeye başladılar.
Kaldırımların otomobil, motosiklet ve bilumum elektrikli araçlar tarafından işgâl edilmesi bir yana, inşaatlar yapılırken moloz kamyonları, ekskavatör ve trans-mikserlerin sokakları tamamen kapatıp kaldırımların da demir, kum, çimento, kireç gibi malzemeler dökülerek
geçit vermez hale getirilmesi, yayaları ve sürücüleri iyice zıvanadan çıkartmaktadır.
Bunlar yetmiyormuş gibi, pandemi esnasında palazlanan, sonrasında da adeta Çerkez Ethem’in Kuvva-i Seyyâre’sine dönen moto-kuryeci-pizzacı-Getir tayfası; kaldırım, tek yön, okul bölgesi, söğüt gölgesi tanımaksızın demir atlarını slalom yaparak her yere sürmekte, çoluğun çocuğun hayatını tehlikeye atmaları bir yana yayaların geçiş üstünlüğünü de hiçe saymaktadırlar. Bu nedenle bazı büyük şehirlerimizde kaldırım üzerine hız tümsekleri konmuştur. İşin hazin tarafı bu motorcu -Vespacı taifesine, göstermelik bir iki ehliyet ve kask kontrolü dışında caydırıcı bir ceza verildiği görülmemiş, kaldırımdan giden, ters yöne giren sürücülerin motoru bağlanmamıştır. Cezalar caydırıcı olmadığı takdirde bunların önüne geçmek mümkün değildir. Ekmek parası peşinde olan bu arkadaşlar, kuralsızlığı kural haline getirmişler, yaşanan kaza ve belalardan kat’iyyen ders çıkarmamışlardır. İşin daha da vahimi, necip Türk milletinin bu haksızlığa ve kuralsızlığa ses çıkartmıyor oluşudur. Onlar, pizzanın hangi şartlar altında kendilerine teslim edildiğine değil, siparişin kendilerine kaç dakikada ulaştığına ve sıcak olup olmadığına bakarlar.
Kaldırımları bir üst noktaya taşıyan detaylardan birisi de körler için döşenen sarı yürüyüş bantlarıdır. Bir nev’i şerit takip sistemi olan bu oluklu epoksi döşemeler, senesine kalmadı yırtılıp eskidi, yenisini yapıştırdılar. Bu yeni moda kaldırım şeritleri kimi kaldırım mühendisleri ve müteahhitler için ekmek kapısı oldu. Kaldırımlara park edilmesin diye dizilen plastik kırmızı direk ve kukalar, akşama kalmadı ezilip geçildi. İnsanımıza bir engel teşkil etmedi. Kimseye de devlet malına zarar verme suçundan işlem yapıldığı görülmedi. Halbuki artık her yere konan Mobese kameraları kimin ne yaptığını tesbit edebiliyorken…
İkinci Cihan Savaşında Fransızların Alman istilâsına karşı yapmış olduğu Maginot hattı nasıl tek hamlede aşıldıysa, bu plastik malzemelerin hiçbir caydırıcılığı olmadı. İsteyen istediği gibi kaldırıma çıkmaya, ters yöne girmeye devam etti.
Bundan vazgeçen kimi belediyeler kaldırımların önüne oldukça sağlam beton veya demir bariyerler ile uzaktan kumandalı iner çıkar hidrolik silindirler yerleştirince girilmez sokaklara girmeyi ve kaldırımlara araç park etmeyi bir nebze olsun engellemiş oldu. Tek yön cadde ve sokak girişlerine konan kurt kapanlarından da etkili sonuçlar alındı.
Memleketimizde hâl böyleyken örneğin Amerika’da; Homeless tabir edilen evsiz barksız hapçı-şarapçı takımı, kaldırım üzerine serdiği karton kutularda yaşar, soğuk havalarda ise AVM, ATM girişlerine sığınırlar. Hindistan’da ise kaldırımlarda seyyar berber, seyyar terzi ve her türlü sokak lezzeti sunulurken, binlerce evsiz, yaşlı ve sokağa atılmış insan, kaldırım üzerine koydukları ayaklı portatif karyolalarda uyurlar. Yerden on santim yüksekte yatmaları ise akrep sokmasını önlemeye yöneliktir. Japonya’da ise kaldırımlar teknolojiyle donatılmış ve yayaların konforu düşünülerek yapılmıştır. Otobüs durakları kaldırım seviyesinde olup tekerlekli sandalye ve bebek arabası ile biniş kolaylığı mevcuttur.
Mekânlarda sigara yasağı uygulaması başladığında, işletmeler derhâl kaldırımları işgâl formülünü uygulamaya başladılar. Belediye’ye işgâliye vergisini veren vermeyen her müessese, kaldırımlara masa sandalye koydu, kışın seyyar ısıtıcı, yazın su zerresi püskürten fan, tepeye de otomatik tente monte ettiler. Zamanla buralarda sigara içme köşeleri oluşturup saksı, varil ve yüksek tabureler koyup bar yaptılar. Sosyalleşme ortamına sigara dumanlı bir boyut getirdiler.
Mekân işletmecileri kaldırımlarla yetinmeyip arabaların vızır vızır geçtiği yolun tek şeridini de işgal ettiler. Araba egzosuna, toza toprağa aldırmadan burada yiyen içen arkadaşlar da zerr-i miktar kadar rahatsız olmadılar. Kaldırımda ve yolda yürüyemeyen yayaları arabalar sıyırıp geçmeye başladı. Yayalar nereden yürüyeceklerini şaşırdı, kaderleri ile baş başa bırakıldılar. Bu uygulamanın taşıt trafiğine kapalı; “sevgi yolu” tarzı cadde ve sokaklarda hayata geçirilmesi gerekir. Aksi halde ne kaza belâ eksik olur ne kavga gürültü, ne de yemeklerin üzerine sinen egzoz gazı ile toz toprak…
Belediyenin kısırlaştırıp sokağa saldığı, bütün gün mal gibi kaldırımda yatan tombul köpekler, hazır mama yemekten hoşafa dönmüş sokak kedileri ile kartondan yapılan kedi evleri de son senelerde yurt sathında kaldırımları işgal eden unsurlar haline geldi. Son yıllarda, sayıları iyice artan aşırı hassas kedi-köpek severler, tarlaya tohum atarcasına kaldırımlara serptikleri kuru mamalar ile şıçanların, kargaların ve güvercinlerin de kaldırımlardan rızıklanmasını sağladılar.
Esnafın kaldırım işgali ise çözülmesi güç, kronikleşmiş bir hadise olarak karşımıza çıkar.
Mahalle bakkalı, komşusuyla kaldırımda tavla oynarken; nalbur ve hırdavatçı, ne kadar hortum, kova, kazma, elek, kürek, el arabası, pülverizatör vs varsa kaldırımda sergiler, milyoncu; Vileda takımı, yap boz kutusu, matara, sabır küpü, kırtasiyeci; plastik top, hula hoop, paket paket fotokopi kağıdı, beyaz eşyacı; su sebili, fırın, ankastre, bunlar yetmezmiş gibi bir de Martı scooter ve elektrikli mopetler sıra sıra kaldırıma dizilir, bisiklet ve her nev’i motosiklet, mobilet’de buralara park edilir. Yayaların geçişine mani olacak ne varsa yapılır. Kaldırıma koyacak bir şeyi olmayan kuaför, tırnakçı ve dövmeci esnafı ise kapı önlerine iki tabure bir sehpa atıp müşteri gelene kadar kahve içer, fal bakıp lak lak ederler.
Memleket kaldırımları, seyyar satıcılara, tavşana niyet çektirenlere, sucu, şerbetçi ve turşuculara, taneyle salatalık satan zerzevatçılara, sokak çalgıcılarına, etrafına kalabalık toplayan, bul karayı al parayı bezirgânlarına, tırnakçı ve yankesicilere, kundura boyacılarına, bir hışm ile gelip geçenlere, çöp konteynerından karton, plastik ayıklayanlara, muhabbet tellâllarına, simitçi, kahveci, gazozcu esnafına mekân olması bir yana; yere sağlam basan koca kunduralı şık beylere, yüksek topuklarıyla ara sıra kaldırım taşlarına takılan zarif hanımlara, bastığı yere iz bırakan kodamanlara, adeta yere basmadan seğirten delikanlılara, Cızlaved lastik erbabı hacı amcalara, çizgilere basmadan yürümeye çalışan obsesif kompulsif takımına, bu çizgilerde sek sek oynayan miniklere, çıplak ayaklı dilenci çocuklarına ve daha nice insan manzarasına zemin oluşturur.
Yeni çıkarılan kanuna istinaden lokantaların menü kürsüleri de kaldırımlarda yerini aldı. Böylelikle vatandaş, içeri girmeden yemek fiyatları hakkında önceden bilgi edinir oldu.
Belediyelerin Kent Estetiği birimleri arada sırada, zabıtaları harekete geçirir, bir kamyonet dolaştırır, usülsüz konulmuş tabela, reklâm panosu sandık, sepet, terazi, leğen, seyyar satıcı arabası, mısırcı tezgâhı, şalgam bidonu; ne bulurlarsa toplarlardı. Şimdilerde memleketin bu ağır gündeminde kimsenin kaldırım arındırması ve kent estetiği ile uğraşacak mecâli kalmadı herkes kendi derdine düştü.
Bir vakitler bu memleketin gençleri, kaldırımlarda kol kola, türküler, marşlar söyleyerek yürürken birdenbire sahte ideolojiler, ütopyalar uğruna birbirlerine düşman oldular. Beraber yürüdükleri kaldırımları mevzii yapıp bordür taşlarını söktüler, birbirlerine atıp ortalığı birbirine kattılar. Bu hengâme, tepelerine balyoz inene kadar devam etti.
Kaldırımlar; edebi metinlerde, şiirlerde, şarkılarda, türkülerde de karşımıza çıkar;
Demet Sağıroğlu’nun günümüzde klasik olmuş “Arnavut Kaldırımı” şarkısı; zihinlerimizde ve gönüllerimizde yer etmiştir.
Yeni Türkü’nün “Geri verin “Arnavut kaldırımlı yollarda bir kızın saçlarında gönlümün vals yaptığı, akasya kokulu sabahlarımı”
İbrahim Erkal’ın; Kaldırımın taşları bozuk, seni alamazsam çok yazık” diye devam eden şarkısı bir dönem çok popülerdi.
Kaldırım kavramının türkülerimize sıkça konu edildiğini görüyoruz:
Evlerinin önü yüksek kaldırım
Kaldırımdan düştüm beni kaldırın,
Kayseri Pazarören türküsü
Kaldırım üstünde durayım
Geçen yolcuya sorayım
Efendim kahve içiyor
Davulu hızlı vurayım
Tamburacı Ali’nin “Edirne’nin köprüsü taştan kaldırım” türküsü
Dünyaca ünlü “ Kaldırım Serçesi” lakaplı Fransız lakaplı şarkıcı Edith Piaf, kariyerini ve ününü Paris kaldırımlarına borçludur. Piaf sıradan bir sokak şarkıcısı iken tesadüfen onu dinleyip hayran kalan Fransa’nın en meşhur müzikhollerinin sahibi Louis Leplee, ona Kaldırım Serçesi lakabını takar ve şöhretin yolunu açar.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi,
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır
Kaldırımlar, duyulur ses keslince sesi,
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
DiyenNecip Fazıl, bu şiiri yazdıktan sonra “Kaldırımlar Şairi” olarak anılmaya başlanmıştır.
Kaldırımlar şehrin en temel ama en fazla ihmal edilen unsurlarından biridir. Yayalara ayrılmış bu alanlar memleketimizde günün birinde işgalcilerden kurtulur ve asfalt seviyesinden çok yüksek olmayacak şekilde tasarlanır, yayalar da bu kaldırımlara çöp, izmarit atmaz, yere tükürmezse işte o zaman adam oluruz. Kaldırımı düzgün olmayan şehir, insana değer vermiyor demektir.
Erkin Koray’ın Ankara Sokakları şarkısıyla yazımızı bitirelim:
Kaldırımların dili yok, onlar söylemez
Biz söyleriz onları nasıl çiğnediğimizi
Sabaha karşı fırından ekmek alıp yediğimizi
İçtiğimizi, sevdiğimizi, sevildiğimizi
Aslında bi' hikayemizi anlatmaya kalksak
Zamanın beyni durur, denizler kurur