Bir okul bahçesi düşünün…
Çocukların kendini güvende hissetmesi gereken, hata yapma özgürlüğünün olduğu, korkunun değil rehberliğin hâkim olması gereken bir alan. O bahçede, herkesin gözü önünde bir çocuğun yakasından tutulup yere savrulduğu an, sadece bir beden düşmez. Onur düşer, güven düşer, adalet duygusu düşer.
Okullarda şiddet(dayak) var mı?
Var…
Kendimden örnek vereyim 90’ların çocuğuyum! Bizim dönemde “dayak” vardı. Hemen her sebepten dayak yiyebilirdik! Ödevini yapmadın diye eline cetvel yemeyen yoktur. Peki bu bizi ödev yapmamaktan geri koydu mu?
Hayır…
Aradan yıllar geçti, artık bizim çocuklarımız okula gidiyor peki değişen ne olmuş? Bursa’nın İnegöl ilçesinde bir okul müdürünün yaptıkları yenilir yutulur gibi değil.
11 yaşındaki bir çocuğun yaşadığı şey yalnızca fiziksel bir müdahale değildir. Asıl ağır olan, kalabalığın ortasında rencide edilmek, küçük düşürülmek, susturulmaktır. Çocukluk, insan hayatının en kırılgan dönemidir. Bu yaşta yaşanan travmalar, “geçer gider” diye geçiştirilecek şeyler değildir. Çoğu zaman geçmez; büyür, şekil değiştirir ve insanın peşini bir ömür boyu bırakmaz.
Psikoloji bilimi açıkça söylüyor:
Kamusal alanda yaşanan şiddet ve aşağılanma, çocukta utanç duygusunu, özsaygı kaybını, otoriteye karşı korku ya da öfkeyi kalıcı hale getirir. Bu çocuklar ya suskunlaşır ya da öfkeyi başka yerlere taşır. Her iki durumda da kaybeden yalnızca çocuk değil, toplumun geleceğidir.
Burada durup çok net bir cümle kurmak gerekiyor:
Bir öğretmen de, bir okul müdürü de asla şiddete başvuramaz.
Bu tartışmaya açık bir konu değildir. Eğitim, gücünü kaslardan değil; bilgiden, sabırdan ve adaletten alır. Şiddet, pedagojinin değil, çaresizliğin ve tükenmişliğin göstergesidir.
“Çok yaramazdı”, “Disiplinsizdi”, “Söz dinlemiyordu” gibi gerekçeler, şiddeti meşrulaştırmaz. En zor öğrenci bile kurallar çerçevesinde, hukuki ve pedagojik yöntemlerle cezalandırılır. Uyarı vardır, rehberlik vardır, disiplin kurulları vardır. Ama tokat yoktur, savurma yoktur, tehdit yoktur.
Bir çocuğa “Seni buraya gömerim” demek, eğitim değil; ruhsal şiddettir. Ve bu sözler, duvarlardan daha kalın bir iz bırakır.
Bugün bu olay konuşuluyor çünkü görüntü var. Peki ya görüntüsü olmayanlar? Kaç çocuk, yaşadığı korkuyu içine gömüp susuyor? Kaç çocuk, “Zaten bana inanmazlar” diyerek yükü tek başına taşıyor?
Asıl mesele şudur: Okullar, korkulan yerler olmaktan çıkmalı; anlaşılan, dinlenen, onarılan mekânlar olmalıdır. Eğitimciler, çocukların hayatına iz bırakır; ya yarayı derinleştirir ya da yarayı sarar. Arası yoktur.
Bu ülkenin çocukları, şiddeti değil; adaleti, merhameti ve sınır koymanın bile insan onuruna yakışan bir yolu olduğunu görmek zorundadır. Aksi halde yarın, bugün susturulan çocukların sessizliğini çok daha ağır bedellerle dinleriz. Bir çocuğun yere düştüğü o an, aslında hepimize bir soru soruyor:”Biz neyin eğitimini veriyoruz?”




