Milli Mücadele'nin ilk günlerinde yani 19 Mayıs 1919'a yakın günlerde Amerikan generali Harbord, Atatürk'e soruyor:
- Memleketinizi kurtarmak gibi muazzam bir girişim içindesiniz? ama paranız var mı? Silahınız var mı?
- Hayır, şu anda bunların hiçbiri yok.
- O halde girişiminiz ümitsiz, hatta tehlikeli bir macera değil mi?
- Hayır, bugün olmayan paramız olacak, bulunmayan silahlar bulunacak, mevcut olmayan ordu yaratılacak.
- Ama nasıl?
- Şöyle ki, bir millet, topyekün kurtulmaya karar verir de, harekete geçerse onun özgürlüğünü ve bağımsızlığını elde etmesini engelleyecek, bir güç dünyada yoktur.
Atatürk'ün büyük sırrı ve dünyaya verdiği ders, bu basit cevapta gizlidir. Tarihi varlığını sürdürmek için, en zor ve imkânsız denileni başarmak, adeta Türk'ün karakter ve kaderi olmuştur. Tarihin en karanlık dönemlerinde dahi, çaresizliğe çare bulmakta tarihimiz sayısız örneklerle doludur.
I. Dünya Savaşı sırasında 7 cephede savaşan ve 1 milyon 300 bin şehit veren Osmanlı Devleti, Almanların mağlup olmasıyla hükmen yenik sayıldı. Bunun üzerine 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi adıyla anılan anlaşma imzalandı. Çok ağır hükümler taşıyan mütareke, bir anlaşmadan çok, OsmanlI Devleti nin tükeniş belgesiydi. Mütarekenin bazı hükümleri şöyleydi.
- Osmanlı Ordusu terhis edilecek.
- Boğazlar İtilaf devletlerinin donanmalarına açılacak.
- Orduya ait silah ve malzeme itilaf devletlerinin emrine verilecek.
- Toros tünelleri ile haberleşmenin denetimi İtilaf devletlerine verilecek.
- Türk toprakları içinde itilaf devletlerinin güvenliğini tehdit eden durumlarda stratejik noktalar itilaf devletlerince işgal edilecek.
Bu maddeler esaretimizi ve memleketimizin işgalini meşrulaştırma anlamı taşımaktaydı. Özellikle son maddeyi gerekçe gösteren itilaf devletleri memleketimizin her köşesini işgal etme çabasındaydı. Atatürk'ün Nutuk'da da belirttiği gibi, millet gerçekten harap ve bitap durumda idi. 15 Mayıs 1919'da itilaf devletlerinin destek ve teşviki ile Yunanlılar İzmir'e asker çıkardılar. Ertesi gün yani 16 Mayıs 1919'da Atatürk Samsun'a hareket ediyordu. 5 Mayıs 1919'da Resmi Gazete'de yayınlanan tayin emri şu kısa cümledir; "Mülga Yıldırım Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, Dokuzuncu Ordu Kıtaatı müfettişliğine tayin edilmiştir". Görevi ise, Doğu Karadeniz Bölgesine ilişkin olarak itilaf devletlerinin azınlıklara zulüm yapıldığı yolundaki iddialarını yerinde araştırmak ve tedbirler önermekti.
Mustafa Kemal'in yola çıktığı Bandırma Vapuru'nda Atatürk'le beraber 17 subay ve 2 katip bulunuyordu. Vapur, Kız Kulesi önlerine geldiğinde İngilizler tarafından kontrol edilecektir. Aramalar sürerken Mustafa Kemal subaylarına dönerek şöyle demiştir: “Ne ahmaklık, silah ve mühimmat arıyorlar. Biz ise kafamızla imanımızı götürüyoruz. Bunlar bir milletin istiklal aşkını ve mücadele azmini takdir edemezler. Bütün güvendikleri madde kuvvettir”.
19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'a gelindiğinde ise güneş daha bir parlak doğuyordu. Türk'ün karakter timsali yürek, ilk defa ayağını basıp, kurtuluşa adım atarken ki inancının gücünü şöyle ifade ediyordu anılarında:
"Ben 1919 senesi Mayıs'ı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milleti'nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, Türk milletine güvenerek işe başladım*
Ben Türk ufuklarından bir gün mutlaka bir güneşin doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum.
Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O esaret ve aşağılığı kabul etmez. Fakat onu biraraya toplamak ve kendisine; “Ey millet! Sen esaret ve aşağılığı kabul eder misin?” diye sormak lazımdır. Ben milletimin vereceği cevabı biliyorum. Ben milletin büyüklüğünü biliyor ve bu sual karşısında, onun, o suali soran çocuklarını seveceğini ve alınlarından öpeceğini biliyorum. Ben biliyorum ki bu millet, kendisine bu suali soran çocuklarının, hep o esasa müstenit çare ve hazırlıklarını canla, başla kabul edecektir. Onun için işte ben şimdi bu yoldayım. Onun çok sağlam bir yol olduğuna kani olarak...”
Atatürk, daha Samsun'a ayak basarken, Osmanlı Devleti’nin bittiğine ve yeni bir Türk Devleti 'nin kurulması için Milli Mücadele başlatmak gerektiğine inanıyordu. Mustafa Kemal'in 3 gün sonra, yani 22 Mayıs 1919 tarihli olarak hazırladığı rapor, bu gerçeği ifade eden ve müfettişlik yetkisi sınırlarını aşan bir içerik taşımaktaydı. Rapor, esas olarak şöyleydi:
a- Samsun bölgesi Rumları siyasi emellerinden vazgeçerlerse, asayiş kendiliğinden düzelir.
b- Türklüğün yabancı manda ve kumandasına tahammülü yoktur.
c- Yunanlıların İzmir'de hakları yoktur. İşgal geçicidir.
d- Millet, milli hakimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır.
Görüldüğü üzere Atatürk Samsun'a 19 Mayıs 1919'da ayak bastığı andan itibaren Milli Mücadeleyi başlatmış ve topyekün mücadele yolunu göstermiş bulunuyordu. Mücadelenin yegane dayanağı ise Millet idi.
“Milli Mücadeleyi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir. Milletin evlatlarıdır. Millet, analarıyla, babalarıyla, hemşerileriyle mücadeleyi kendisine ülkü edindi. Biliyorsunuz ki, asırlarca vuku bulan mücadeleler ve bunların neticeleri olarak da büyük tarihi zaferler vardır. Fakat o zaferlerin amilleri kendi ülküleri olarak değil, şunun bunun hırsı peşinde kul köle olarak bulunmuşlardır. Halbuki Milli Mücadelede şahsi hırs değil, milli ülkü, milli izzeti nefis hakiki etken olmuştur.”