Termal ve SPA merkezleri
romantik bir görüntü sunar. 67° C Kaynak çıkış sıcaklığı olan kalsiyum, sodyum ve bikarbonat açısından çok zengin suya sahip kaynak: Banyo uygulamaları şeklinde uygulandığında Özellikle sedef başta olmak üzere romatizmalı ve cilt hastalıklarının tedavisine uygundur. Uygun dozda kullanılarak helyoterapi imkânı sunar. Deri ve kan akımını arttırır. Çevresel damar direncini ve kan basıncını düşürür. Ödem çözülmesini sağlar. Kalp hızını düşürür. Toplardamar yetmezliğine, yüksek tansiyon, kronik bel ağrısı, romatizmalı hastalıklar ve nörolojik hastalıklara iyi gelir. Suyun arsenik miktarının yüksekliği nedeni ile içme olarak kullanılması uygun değildir.
Dağcılık ve kış turizmi açısından Niğde önemli bir merkezdir.Toros Aladağlar ve Bolkar dağları,dağcılık, trekking ve kış sporları açısından büyük önem taşımaktadır.Milli park statüsünde olan Aladağlarda dört yükselti grubu bulunmaktadır.Demirkazık 3756 metredir.Kızılkaya 3725 metredir.Kaldı grubunda Kaldı dağının en yüksek tepesi 3688 metredir. Torasan grubunda Vayvay dağının en yüksek tepesi ise 3565 metredir.
Aladağlar üzerinde gezi ve tırmanış yapacak olan araştırıcı ve dağcılar, genellikle Niğde-Çamardı –Çukurbağ köyü üzerinden Aladağlar’a giriş yaparlar. Aladağların yalnız Demirkazık doruğuna tırmanış yapmak isteyenler, Demirkazık Köyünden de Aladağlara giriş yapabilirler Demirkazık batı yamaç tırmanışı ve Çımbar vadisinde gezi yapacak olanlar, Demirkazık köyünden dağlara giriş yaparlar. Gerek Çukurbağ gerekse Demirkazık köyleri, Çamardı devlet yoluyla Niğde il merkezine bağlıdır. Çukurbağ köyüne ulaşmak için Niğde- Çamardı yolu (65 km.) kullanılır. Yol asfalttır. Niğde-Çamardı otobüslerini kullanan yolcular, Çamardı’ya 6 km. kala karayolu üzerinde bulunan Çukurbağ köyünde iniş yaparlar. Burada gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra Aladağlara giriş yapılır.
ÖREN YERLERİ
Kaletepe
Orta Anadolu’nun en büyük yanardağlarından biri olan GÖLLÜ DAĞ’ ın eteklerinde, denizden yaklaşık 1600 metre yükseklikte bulunan KALETEPE DERESİ’ dir. Bölgedeki volkanik etkinlikler, tarih öncesi toplulukların aletlerini yaptığı bir doğal cam olan obsidiyenin ortaya çıkmasını sağlamıştır.. Buradaki arkeolojik tabakalanma, en yenileri 160 bin yıldan daha öncesine tarihlenen değişik insan yerleşimlerine ait kanıtlar içermektedir. Sadece Orta Anadolu değil, tüm Türkiye, Yakındoğu ve hatta Doğu Avrupa için de bu kadar uzun bir süreyi içeren Paleolitik Çağ tabakalanması büyük bir önem taşımaktadır. Acheul kültürünün evrimini yansıtan bu tabakalanma Anadolu için eşsizdir. Hâlâ kazılmakta olan bu açık hava buluntu yeri, Türkiye’nin en önemli Paleolitik Çağ yerleşimlerinden biri ve Anadolu yarımadasının ilk iskânıyla ilgili sorulara ya-nıt verebilecek, şimdilik bilinen tek buluntu yeridir. Kaletepe Deresi Paleolitik Çağ kazıları, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı ve Mission de Préhistoire Anatolien (Fransa Dışişleri Bakanlığı) işbirliği ile Kömürcü-Kaletepe Obsidiyen Atölyesi Kazı Projesi kapsamında yürütülmektedir. Paleolitik Çağ çalışmalarının sürdürüldüğü ve Kaletepe Deresi 3 olarak adlandırılan Pleistosen tabakalanması, 2000 yılında Neolitik Çağ Obsidiyen atölyesi kazıları sırasında keşfedilmiştir. Günümüzden 600 bin yıl öncesine kadar giden Kaletepe, Obsidiyen volkanik cam atölyesi kazısı Niğde Müzesi başkanlığında İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nur Balkan Atlı’nın bilimsel danışmanlığında sürdürülmektedir.
Köşk Höyük
Niğde ili, Bahçeli beldesinde Roma havuzunun doğusundaki kayalık yamaç üzerinde yer alan Köşk Höyük’te, 1981 yılından beri Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Niğde Müzesi arkeologları tarafından sürdürülen kazılar, Bor ovasının en eski tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplumunun (M.Ö.6050–4911) bu alana yerleştiğini göstermektedir. Beş tabaka halindeki yerleşimin ilk dört tabakası Geç Neolitik, en geç tabakası ise Erken Kalkolitik devre aittir. Neolitik dönemde gereksinime göre genişletilen çok odalı küçük mekânlardan oluşan mimari mevcuttur. Kalkolitik dönemde ise sokakların üstüne sıralanan bitişik düzendeki konutlar belli bir plana göre inşa edilmiştir. Bu dönem insanlarının, ölülerini konutların tabanına gömdükleri anlaşılmaktadır. Köşk Höyük’ün ölü gömme âdeti açısından önemi; çoğu yetişkin ve bazı çocuklara uygulanan başın gövdeden ayrılarak yüzün kille sıvanıp, yüz organlarının belirtilmesi ve aşı boyası ile boyanarak onlara canlılık kazandırılmasıdır. Bu uygulama, Filistin, İsrail, Ürdün ve güney Suriye’de M.Ö. 10000–8000 arasında görülmektedir.
Göltepe – Kestel Ören Yeri
İlk Tunç çağına (M.Ö. 3200–2000) ait Kestel Maden Ocağı, Niğde dağları eteklerinde Çamardı İlçesi Celaller Köyü sınırları içerisindedir. Maden, kendisine çağdaş bir cevher işleme atölyesi ve yerleşim yeri olan Göltepe’nin karşısındadır. Kalay cevheri kasiteritin madenden çıkarılmasında, önce cevher damarının altına bir ateş yakılıp damar iyice ısıtılınca su serpilerek çatlatılıyordu. Maden ocağı ve galeriler sistemi, dağın içerisinde bir dolambaç gibi toplam 1,5 km. alana yayılmaktadır. Erken Tunç çağına ait Göltepe yine kendisi ile çağdaş ve kalay madeni olan Kestel ile karşı karşıyadır. Göltepe ve Kestel Madenindeki kazılarda çok sayıda cevher zenginleştirme aletleri bulunmuştur. Göltepe’de büyük miktarda kalay madenin işlendiğini, kalay cüruf içerikli potalar göstermiştir. Potalarda eritildikten sonra, eritilen kalay kalıplara dökülüp, kalay külçeleri elde ediliyordu. Bu metalürjik işlemin son aşaması kalayın bakır ile birleştirilerek bronz alaşımının hazırlanmasıydı. Gelişmiş bir teknolojinin ürünü olan bu maden, Eski Tunç çağında her türlü ale-tin, silah ve takının yapımında kullanılmıştır. Bu alanlardaki kazı çalışmaları Niğde Müzesinin Başkanlığında ve Chicago Üniversitesi Oriental Enstitüt’ten Prof. Dr. K. Aslıhan YENER’ in bilimsel başkanlığında yürütülmüştür.
Tyana Ören Yeri ( KEMERHİSAR)
Antik Tyana örenleri, Bor ilçesi, Kemerhisar kasabasındadır. Ören yeri, Kemerhisar Kasabasının büyük bir bölümünün altında kalmıştır. Kasabanın muhtelif yerlerinde çeşitli durumlarda bulunan önemli heykeltıraşlık eserler ve ören yerinde yapılan bilimsel kazılar neticesinde çıkan eserler ve mimari parçalar Niğde Müzesi’nde sergilenmektedir. Bahçeli kasabası’nda bulunan ve Roma havuzu adıyla adlandırılan antik havuza hayat veren kaynak suyunun Roma devrinde yapılan kemerlerle taşınmasına yönelik oluşturulan kemerlerden dolayı kasaba Kemerhisar adını almıştır. Roma havuzundan itibaren Kemerhisar Kasabası içlerine kadar ki bölümde kemerler toprak altındadır. Kalan bölümdeki ve kazı alanına kadar olan kemerler ise toprak üzerindedir Halen büyük bir bölümü ayakta bulunan su kemerleriyle Roma havuzundan şehre su taşınmaktaydı.
Su kemerleri M.S. II-III. yy.’lara aittir. Tyana Ören yeri I.II. ve III. dereceli arkeolojik sit alanı olarak koruma altına alınmıştır.
Tarih öncesinden Hititler’in yıkılışına değin pek çok uygarlığa mekân olan Kemerhisar(Tyana), Hititler döneminde Tuwanuwa, Roma’da ise Tyana olarak tanınıyor. Tuwanuwa Geç Hitit döneminin başkentidir. Ünlü kral Warpalawa İ.Ö.738–715 yıllarında bu kentte hüküm sürmüştür.
M.Ö.30-M.S. 395 yıllarını kapsayan Roma döneminde, Kemerhisar(Tyana) yoğun yapılaşma ile tarihinin en önemli evresini yaşadı. Antik kent saraylarla, tapınaklarla, su kemerleriyle ve yerleşim birimleriyle büyük bir kent konumuna geldi. Tyana’nın en parlak dönemi hiç kuşkusuz Roma çağıdır. Bu dönemde iki kez Güney Kapadokya Krallığı’nın başkentliğini yapmıştır.
Antik Tyana kentinde 2000 yılından beri bir İtalyan ekip tarafından bilimsel kazılar sürdürülmektedir.
Andabalis, Eski Andaval
Tarihi kaynaklarda adı Andavilis, Addaualis, Ambavalis olarak geçen yerleşim Geç antik dönemde, İstanbul’dan Kilikya Pylaisi’ne giden yol üzerinde bir istasyon görevi üstlenmiştir. Niğde İli’nin 8 km. kuzeydoğusunda, merkez ilçeye bağlı Aktaş köyü yakınında ve bugünkü Yeniköy (Yeni Mahalle)’de bulunan Bizans dönemine ait kilise ilk olarak W.J.HAMİLTON’ un 1842 yılında basılan seyahatnamesinde kısaca anlatılmaktadır. Seyyah, Eski Andaval’daki kilisenin Konstantinos’un annesi Helena’ya adanmış bir kilise olduğunu belirtmektedir. Günümüzden yaklaşık olarak 1500 yıl öncesine ait olan Andaval Kilisesinin kazı ve yenileme çalışmaları Niğde Müzesi Müdürlüğü başkanlığında Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Sacit PEKAK’ın bilimsel danışmanlığında yürütülmektedir.
Gümüşler Manastırı
Manastırın yer aldığı Gümüşler kasabasının Orta Çağdaki adı ve tarihi hakkında dönem kaynağı bulunmamaktadır. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, kuvvetli ihtimalle 8-12 yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Büyük bir kaya kilisenin içine oyulan manastır Kapadokya bölgesindeki günümüze iyi korunarak gelmiş ve en büyük manastırlardan birisidir.
Kapadokya’da kayaya oyulmuş pek çok manastır bulunmaktadır ve bazı bilim adamları bunları yemekhaneli(trapezalı) ve açık avlulu olmak üzere iki grupta ele almaktadır. Gümüşler Manastırı ikinci grup dâhilindedir. Manastırın en önemli yapısı, kompleksin kuzeyinde yer alan kilisedir. Ana giriş kapısının tam karşısındadır. Manastıra orta avludan geçilerek ulaşılır. Manastırın avlu yüksekliği 14 metredir. Manastırda yer alan diğer mekânların pek çoğunun işlevi bilinmemektedir. Orta avluda mezarlar ve erzak depoları bulunmaktadır. Girişte avlunun sol tarafında yer altı şehri bulunmaktadır. Yeraltı şehrinden toprak yüzeyine ulaşan havalandırma ve megafon şeklinde haberleşme sistemi vardır.
Kilisenin duvar resimlerinde en az üç farklı ustanın çalıştığı düşünülmektedir. Ana apsisteki üç şerit halindeki resimlerin en üstündeki tahtta İsa, sağında iki melek, İncil yazarlarının sembolleri ile Desis sahnesinde yer alan Meryem ve havariler, en alttaki şeritte ise Kayserili Büyük Basileios, Nysa’lı Gregorios, Nazians’lı Gregorios gibi kilise babalarının resimleri yer almaktadır.
Kuzey haç kolundaki Meryem’e Müjde, İsa’nın doğumu ve Tapınağa Takdimi sahneleri ile Vaftizci Yahya ve Aziz Stephanos figürleri ikinci bir sanatçının elinden çıkmış olmalıdır. İç narteksten naosa giriş kapısının güneyindeki Meryem ve çocuk İsa ile iki yanlarındaki baş melekler Gabriel ve Mikael figürleri üçüncü sanatçıya aittir. Narteksin üstündeki bir odanın duvarlarında Kapadokya’da örneği görülmeyen, av sahneleri, çeşitli hayvanlardan oluşan bir kompozisyon dikkat çekmektedir. Kapadokya’daki pek çok kilisede olduğu gibi, Gümüşler Manastırında da duvar resimlerinin ikonografik ve üslup özelliklerine göre tarihlendirme yapılabilmektedir. Manastırdaki duvar resimleri İngiliz arkeolog-restoratör Michel Gough tarafından 1960 lı yıllarda tamir edilmiştir. Kilisedeki resimlerin bu özellikleri ve karşılaştırmalı değerlendirmeler yöntemi ile 11./12. yy.l’ara tarihlendirmek mümkündür.
Kuş Kayası Kaya Mezarları
Niğde İli, Merkez ilçeye bağlı Karatlı Kasabasındadır. Kasabanın güneybatısında bulunan kaya mezarları, bir vadinin iki yamacında bulunmaktadır. Mezarlar vadinin güney yamacında 11 adet, kuzey yamacında 4 adet olmak üzere 15 adettir. Birbirine benzeyen bu mezarların içlerinde klineler yer alır. Bir mezarın içinde aşı boyasıyla yapılmış dağ keçisini kovalayan köpek figürleri yer almaktadır. Bu kaya mezarlarının tamamının giriş kapıları üzerinde sağır pencere gibi delikler vardır. Bu kapıların sağında ve solunda stilize insan figürleri kabartma olarak işlenmiştir.
KINIK HÖYÜK
Kapadokya’da Bir Yeni Kazı
Lorenzo d’Alfonso – Mehmet Işıklı
ISAW, New York Üniversitesi – Erzurum Üniversitesi
İtalya’nın Pavia Üniversitesi’nden bir ekip tarafından 2006-2009 yılları arasında Güney Kapadokya Bölgesi’nde sistematik bir yüzey araştırması çalışması gerçekleştirilmiştir.
(d’Alfonso 2010). Söz konusu yüzey araştırmasının gerçekleştirildiği bölge tarihsel süreç ve arkeolojik veriler açısından oldukça zengin bir bölgedir. Buna karşın bölgede yapılan araştırmalar son derece sınırlıdır. (Gürel – Lermi 2010). Bu yüzey araştırmaları sırasında 800 km2 bir alan taranmış ve bu alanda 40 yerleşim birimi tespit edilmiştir. Araştırmalar sırasında Niğde Üniversitesi’nden jeologlarla yapılan işbirliği sonucunda tespit edilen yerleşmelerde 8.000 yılda meydana gelen iklim değişimlerine bağlı olarak yerleşim modellerinde yaşanan değişiklikler daha net bir şekilde anlaşılabilmiştir. Bu araştırmalar sırasında tespit edilen yerleşimler arasında Kınık Höyük (Res. 1-3), sahip olduğu özelliklerle Klasik Dönem öncesi için bir anahtar yerleşim olarak dikkati çekmektedir. (d’Alfonso – Mora 2011). 2010 yılında Kınık Höyük’de gerçekleştirilen jeofizik araştırmaları, yüzey toprağı altında iyi korunmuş durumda anıtsal yapıların varlığını göstermiştir.
Yüzey araştırmaları ve jeofizik araştırmalarının sonuçları sayesinde ve Türk Hükümeti’nden gerekli iznin alınmasıyla Kınık Höyük Kazıları 2011’de başlatılmıştır. İlk yıl için Kınık Höyük’deki proje uluslar arası bir nitelik kazanmıştır. Kınık Höyük kazıları projesine Pavia Üniversitesi’nin yanı sıra New York Üniversitesi, ISAW Enstitüsü de destek vermektedir. Ayrıca bölge ve yerleşimin “paleo-coğrafya” araştırmaları için Niğde Üniversitesi Jeoloji Bölümü ile var olan işbirliği devam etmektedir. Diğer yandan bu yıl kazının eş başkanı olarak Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Işıklı öğrencilerinden oluşan bir ekiple çalışmalara katılmıştır. Kınık Höyük 300×300 m. (Res. 2-3) ölçülerinde, 20 m. yüksekliğinde, kabaca kare şekle sahip bir tepedir. Yerleşimin merkezi, höyüğün zirvesinde ve teras kısımlarında yer alıyor olmalıydı. Bununla birlikte, höyüğün çevresinde yapılan yoğun yüzey araştırmaları yaklaşık 24 hektarlık büyük bir aşağı şehrin olduğunu göstermektedir.
KAYNAK:NİĞDEBELEDİYESİ,TURİZMBAKANLIĞI,NİĞDEMÜZEMÜDÜRLÜĞÜ